25 Eylül 2020 Cuma

Vazgeçiş

Bir çocuk intihar etti.

Yazdıklarının hepsi hakkında uzun uzun yazmak doğru olur mu emin değilim. Her ne kadar herkesin görmesi için düşüncelerini sosyal medyada paylaşmış olsa da, insanlar ölümlerinin ardından bile eleştiriye maruz kalabiliyor. O kadar çok insan vardı ki yazdıklarını küçük gören, "E ne var ki bunda? Sadece bunlar yüzünden hayatına son verir mi insan?" diyen. Oysa hepimiz doğduğumuz andan beri var oluşumuzu sorguluyor, yaşama tutunmak için bir amaç ediniyor ve hayatı yaşanır kılmak için kendimizi mutlu edecek şeylere sığınıyoruz. 

Jose Saramago Körlük kitabında diyor ki: "Körlerin en kötüsü artık görmek istemeyen kördür". Aslında hepimiz dünyayı net bir şekilde göremeyen insanlarız hatta beki de körüz; ama kimimiz görme umuduyla hayatının sonuna kadar bekleyebiliyorken kimimiz buna katlanamıyoruz. Umut edebiliyor olmak bu yüzden çok ayrıcalıklı bir özellik. Peki biz ne kadar umut edebiliyoruz? Neye sırtımızı dayayıp gözlerimizin açılması için bekleyebiliyoruz? 

Farklı şeylerle hayata bağlı kalabiliyoruz. Aile, arkadaş, bir amaç, din. Ancak en iyisi sırtımızı kendimize dayayabilmek. Herkesi memnun ve mutlu etmeye çalışarak karşılığını alamamış bir çocuk var, vardı... Aslında içimizde çok daha fazla kişi var aynı durumdan muzdarip. Bu durumda insan kendi varlığını da benimseyemediğinde böyle üzücü olaylar yaşanabiliyor ve ne yazık ki yaşadığımız dönem ve yer birçok kişi için kendi varlığını özümseyebilecek fırsatlar yaratmıyor. Maddi ve manevi yetersizlik içinde yaşadığından benliğini keşfedemeyen herkese ulaşmak mümkün değil. Ancak sevgi görmek, dinlenilmek, kendini tanımak için çırpınan biri karşımızdayken görmezden gelmemek bir başlangıç olabilir.  

18 Eylül 2020 Cuma

İşimize Bakalım


“Kadın olmanın en büyük avantajlarından biri, çok güzel siyahi bir kadının yanından onu İngiliz kadınına dönüştürmeyi istemeden geçebilmektir” demiş Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda’da. Peki neden bu tutumumuz hatırlayamadığımız kadar geçmişte kaldı ve biz neden sürekli bir şeyleri değiştirmeden kabullenemez olduk?

Dış görünüş bakımından belli güzellik kalıplarının oluşmuş olduğunun zaten hepimiz farkındayız; ancak iş sadece görüntüyle de bitmiyor. İnsanların nasıl düşündüğüne dahi karışır olduk. Farklılıklara tahammülümüz kalmamış gibi bir tavır var toplumun genelinde. Peki herkesin kendi tasavvur ettiği gibi bir dünyada yaşamanın mümkün olmadığının bilincinde olmamıza rağmen neden bunu bilmiyor gibi davranıyoruz? Her şey bizim istediğimiz gibi olunca hayatın daha iyi, daha kolay olacağını mı düşünüyoruz? Her şeyi en iyisini, en doğrusunu biz mi biliyoruz?

Evet, hiçbir şeye müdahale etmeden bir hayat sürdüremediğimiz de bir gerçek. Ancak hiç tanımadığımız birinin dış görünüşünü değiştirme düşüncemiz hastalıklı bir fikir değil mi? Neden bizimle hiç alakası olmayan biriyle ilgili bu tür şeyler düşünüp kafamızı yoralım? Başka yapacak hiç mi işimiz yok? Mesela bunun yerine derin bir nefes alarak her dakika bir şey düşünmekle meşgul olan zihnimizi dinlendirebiliriz ya da bir yudum su içebiliriz. Bunlar en basit şeyler. Başkasının hayatına karışmak yerine kendinize bir hobi edinebilirsiniz, kendinizi geliştirebilirsiniz gibi kişisel gelişim olaylarından değil. Ayrıca hala bu tür şeylerle zihnimizi meşgul ediyor, çevremizdekilere zarar veriyorsak kişisel gelişime gelinceye kadar yapılması gereken çok şey var demektir.

Artık önümüze dönelim, illa bir şeyler değiştirmekse niyetimiz aynada kendimize bakalım.


11 Eylül 2020 Cuma

Onaylanmaya İhtiyacımız Yok

 

Hiçbir şeyin bizi sınırlamasına izin vermeyin Hiçbir şeyin bizi tanımlamasına izin vermeyin Hiçbir şeyin bizi tutmasına izin vermeyin Özgürlük olsun Kendi özümüz

Hiçbir şeyin bizi sınırlamasına izin vermeyin

Hiçbir şeyin bizi tanımlamasına izin vermeyin

Hiçbir şeyin bizi tutmasına izin vermeyin

Özgürlük olsun

Özümüz


Kadının konumu, kadının yeri… Ne kadar ilginç.

Bazen üniversitedeki dersler sırasında, bazen uluslararası kuruluşların yaptığı toplantılarda, bazen politik sahnede, bazen de bir mahalle kenarında duyabiliriz bu iki şeyi. Bu ifadeleri bazıları kadınları güçlendirmek bazıları da kadını ataerkil sistemde yerin dibine sokmak için kullanıyor. Ama hiç erkeğin yeri, erkeğin konumu diye bir şey duymadım. Belki “erkeğin rolü” diye bir şey duymuşsunuzdur. Ancak kadın-erkek ayırt etmeksizin bu ifadelerin tümü bireylerin üzerinde bir baskı oluşturuyor.

Peki neden erkeğin konumu/yeri diye bir şeyi pek duymuyoruz? Çünkü düşünülen şey, erkeklerin her yerde olması normal karşılanırken kadınlar için her zaman sınırlar olduğudur. Ailenin koyduğu sınırlar, yakın çevrenin ve toplumun koyduğu sınırlar. Bilmelisiniz ki tüm bunlar doğal değil, normal değil.

Bir kez daha “Kadın” maddesini aradım, “’ın konumu” alt başlığını buldum ve belirtilen sayfaları açtım. “Karısını dövmek,” diye okumaya başladım, “ erkeğe tanınmış bir haktı ve hiç utanmadan uygulanabilirdi, hem yukarıdakiler hem de aşağıdakilerce… Aynı şekilde,” diye devam ediyordu tarihçi, “anne babasının seçtiği beyefendiyle evlenmeyi reddeden kız, bir odaya kilitlenebilir, dövülebilir, duvardan duvara vurulabilirdi ve hiç kimse de buna şaşmazdı. Evlilik, kişisel alakayla değil ailenin para hırsızla ilgiliydi, hele de “şövalye ruhlu” olanlar için…”

Virginia Woolf-Kendine Ait Bir Oda


24 Ağustos 2020 Pazartesi

23 Mart 2020 Pazartesi

Soruyorum #9


Covid-19'dan neler öğrendiniz?


Ben odamın bir köşesinden salonun diğer köşesine 1 turun 42 adımıma eşit olduğunu öğrendim.




22 Mart 2020 Pazar

Altını Çizdik #1

Zaman Dışı Yaşam, Tezer Özlü

Her ayrılış ve her karşılaşma için...


 


• Yaşanacak bir yaşam vardır. Binilecek bisikletler var. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır.

• Yalnız sağlıklı insan aklıyla yaşasaydı değmezdi yaşamaya, can sıkıcı olurdu. Tam aksine, güzel olan, dünyanın gökyüzü altında bir deliler topluluğunu andırması.

• Her ben bencildir...

• Her yolun bir yenisine çıkması ne kadar iyi... Sonsuz dünyada bir ağ. Dünya kadar büyük. Gene de dünya kadar küçük.

• Ben sonu kendime başlangıç yaptım.

• Her ceset sen, ben ya da biz olabiliriz. Arada hiç fark yok. Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz. Bu nedenle her savaş bir iç savaştır. Her şehit, yaşayan canlıya benzer ve ondan ölümünün hesabını sorar.

• Yaşamı yoğunlaştıran ölümün kendisi değil mi?

20 Mart 2020 Cuma

Soruyorum #8


Seçtiğiniz yol mu yanlış yoksa siz mi yanlışsınız?


Ben cevap veremiyorum.