20 Temmuz 2019 Cumartesi

Bitti Denen Yerden Başlamak

Dün biraz kötü geçti. 

İnsanın mutlu, huzurlu olduğu ve kendini güvende hissettiği yerden ayrılıp hayatını bir süre hiç sevmediği bir yerde devam ettirecek olmasını öğrenmesi hoş olmuyor.

Dün Anadolu Üniversitesi'nin yüksek lisans sonuçları açıklandı ve ben kabul almadım. Aslında yedekteyim; ama sonuç olarak 5 yıldır bulunduğum Eskişehir'den ayrılacağım kesin olarak belli oldu. 

Evet bazı klişeler var. İnsan olduğu yerde kendini mutlu edebilir. Kendini mutlu etmek senin elinde falan filan. Ancak ben o kadar pozitif bir insan değilim ve hiç olmadım. 

19 yıl Ankara'da yaşadım; ama kendimi hiçbir zaman evimde ve güvende hissedemedim. Malum evde sürekli bir gerginlik var. Ben kendimi her zaman kavgacı, sinirli bir insan sandım. Ama bu kesinlikle yaşadığım evden kaynaklanıyormuş. Şimdi 5 yıllık huzur döneminden sonra tekrar o eve dönüyorum. Şey gibi.. Çok zengin olup manevi şeyler hissetmek isteyen kişiler Asya'ya falan giderler ve sonra eski hayatlarına döndüklerinde ben ne yaşıyormuşum ya derler ya. Aynı öyle hissediyorum.

Bağımsızlığı severim. Tek yaşamak en sevdiğim şey. Ama kendime ait olan özel alanların tümü artık yok olacak. Tam bir iş yapmaya odaklandığımda pat diye bölünecek. Ya da ne bileyim sırf kafa dinlemek için gecenin yarısı sokağa çıkıp yürümek mümkün olmayacak çünkü dediğim gibi güvenli hissedebildiğim bir yer değil. 

Bu düşüncelerle 1 saat kadar depresyona girdim dün. Ama fazla uzatmadım çünkü evimde sevdiklerimle geçireceğim 2-3 bu tür mutsuz düşüncelerle harcayamazdım. Ankara'ya gittiğimde rahat rahat mutsuz olurum artık :D

Bir de söylemeden geçemeyeceğim bir şey daha var. Dün hayatımda ilk kez basketbol oynadım. Aslında tam olarak basketbol değil farklı bir oyun; ama ilk denemeye göre bayağı yetenekli buldum kendimi. Mesela burda olsam arada çıkar oynardık yine; ama artık değilim. Neyse. 

16 Temmuz 2019 Salı

Yol, Yolcu, Durak



Belki bir gün gerçekten aşık olursun.
Gülüşüne, yürüyüşüne, bakışına...
Ve o zaman gerçekten görmeyeceksin kimseyi, bakmaya gerek duymayacaksın...
Belki bir deniz kenarında göreceksin onu ilk kez... Uzun bir elbise giymiş olacak. Uzun saçları rüzgarda uçuşacak... Birden en sevdiğin renk olacak o kadın.
Belki o zamanlar daha huzurlu bir hayatın olacak, daha düzenli... Ve o kadınla mutlu olabilmen için hiçbir engelin olmayacak. Büyümüş olacaksın.
Ben kim mi olacağım?
Ben, sen o kadınla tanışana kadar sana eşlik eden yol olacağım. Bu durumdan mutsuz olacağımı düşünme. Çünkü ben senin mutluluğunla mutlu oluyorum zaten. Ayrıca bu duruma da hazırlıklı olacağım. Çünkü bazı konularda yanılmış olsam da biraz tanıyorum seni... Biliyorum...
Sonrasında ben yoluma devam ederim. Ne de olsa yolun kendisi benim.
Hayat benim için zor olmayacak.
Belki başka birine gideceği durağa kadar eşlik ederim.
Çünkü ben bir durak değilim. Senin ve belki başkalarının üzerinden geçeceği bir yolum .
Bazen can sıkıcı olsa da yol olmaya alıştım. İnsan kendini kabullenmeli çünkü.

Bir sonraki durağa ulaşıncaya kadar görüşürüz. :)

15 Temmuz 2019 Pazartesi

15 Temmuz Mu?


Yazıya başlamadan önce söylemem gereken bir şey vardır ki:
Bu yazı yalnızca benim olaydan çıkarımımdır.

15 Temmuz son zamanlarda geçmiş zamanlardaki 31 Ağustos Zafer Bayramı'mızdan, 23 Nisan'dan ve 29 Ekim'den daha coşkulu kutlanır oldu. İlk olarak "demokrasi zaferi" şeklinde geçen 15 Temmuz sonrasındaki süreç aylarca ülkemizin OHAL ile yönetildiği, birçok kişinin haklı haksız içeri alındığı, okullarda en basit etkinlik ve seminerlere dahi izin verilmeyen, hayatın durmuş olduğu demokrasinin tam zıttı bir süreçti. Peki insanlar neden buna bu kadar sıkı sıkıya bağlandı?..

Bu soru aklıma Muğla yolculuğunda geldi. Ankara'dan gittiğim için sokaklar tıklım tıklım doluydu ve cevap olarak aklıma şöyle bir şey geldi.

1-Ülkemiz kahraman bir toplumdan doğdu. Şu an yaşayan vatandaşlar hep bunun altında ezilen kişiler oldu. Çünkü kendilerini kahraman ilan edecek bir şey yapmaya fırsat bulamamışlardı.

2-Atatürk'ün ölümünden sonraki süreçte yaşananlar, özellikle darbeler, toplumun gittikçe siyasetten korkmasına ve apolitik olmalarına sebep oldu. Bugün bile hala üniversiteye ilk başlanıldığında öğrenciye siyasetten uzak dur öğüdü veriliyor. :) Toplum bu şekilde gittikçe soyutlandı ve hiçbir şeye dahil olamadıkları bir sistemin içine girdiler.

Evet normal bir hükümet herhangi bir darbe durumunda ilk olarak vatandaşın, sivilin korunmasını amaçlar ve dışarı çıkma yasağı dahi getirilebilir. Başka yollarla, polis ve askerlerle, politikacılarla süreç çözülmeye çalışılır. Başarılı olur ya da olmaz...

Erdoğan 15 Temmuz'da bunun tam tersini yapıp halka direnmelerini söyledi. Bu pek çok insanın hayatına mal olsa da insanların kendilerini kahraman olarak görmelerine ve sürece ilk elden dahil olup dışlanmışlık duygusundan kurtulmalarına sebep oldu. Bana kalırsa bu halk tarafından çok daha büyük bir ilgi toplamasına sebep olan başarılı bir oyundu. İstenilen tam olarak elde edildi. Artık sonrasında yapılacak demokrasi karşıtı şeyler bu kişiler tarafından tepki görmeyecek üstüne desteklenecekti. Erdoğan oyuna diğer kişileri de dahil ederek liderlik vasfını güçlendirmiş oldu. İnsanlarla arasında daha güçlü bir bağ kurdu. Hala bu kişiler bu bağ sebebiyle günümüzde olan birçok tehlikenin farkına varamıyorlar. Tüm bunların fark edilmesi umuyorum ki 5 10 tane 15 Temmuzluk zaman almaz.

Ha bu arada tüm bu yazdıklarım darbe yönetimlerini desteklediğimden değildir. Kendini öne atıp bu olay sebebiyle hayatlarının sonuna gelmiş insanlar için gerçekten üzülüyorum. Çünkü böyle saçma bir girişim o kadar kişinin hayatına mal olmamalıydı. Yazdıklarım olayı kendi açımdan değerlendirmem sadece. Her zaman bildiğimiz şeyler kısıtlı oluyor ne yazık ki. Bir daha hiç böyle bir şey yaşanmaması dileklerimle.

14 Temmuz 2019 Pazar

PAZAR ALINTILARI #8



  • Fabrika ve makineler, zamanı, adalelerdeki kuvveti sökmüş, sömürmüş ve hiç hissettirmeden bir günü daha çekip almıştır insan ömründen. Oysa, kişi mezara bir adım daha yaklaştığının farkına bile varmadan, o anda, dumana boğulmuş, meyhaneyi, sonra da kendisini bekleyen dinlenmeyi düşünmektedir delicesine.



  • Hayat her zaman bulanık ve ağır ağır akan çamurlu bir nehir gibi, hiçbir değişikliğe uğramadan, geçip gitmeye devam ediyordu. Ve görünüşe bakılırsa, şimdiye kadar hiç kimsenin bu gidişatı değiştirmeye ne vakti ne de isteği olmuştu.



  • İşte bizleri ezip toprağın altına batıran bu korku zaten! Onlar bizim bu korkumuzu bilip farkına vardıkları için, daha fazla korku vermek için üstümüze üstümüze geliyorlar. Anlamıyor musun, ana? İnsanlar devamlı korkunun esiri oldukları sürece, dere boyundaki söğüt ağaçları gibi çürüyüp yok olmaya mahkumdurlar. Biraz daha cesaretli olmanın zamanı geldi artık.

13 Temmuz 2019 Cumartesi

2019 KİTAPLARI #6

KİRAZ AĞACI İLE ARAMIZDAKİ MESAFE - PAOLA PERETTI



Hayatınızda sizi engelleyen şeyler var mı?
Bu ister fiziksel bir yoksunluk olsun ister duygusal bir yoksunluk...
Herkes için engeller vardır. İnsanları birbirinden ayıran şey engellerin çeşidi de değildir. Bizi birbirimizden ayıran şey hayatımızda var olan engellerle nasıl yaşadığımızdır.

Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe bir çocuk kitabı olarak görülüyor olsa da kendi hayatıma da büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum ve herkesin bunu okumaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Kitap 9 yaşındaki bir kızın nadir görülen bir hastalık sebebiyle görme yetisini kaybetmeye başlaması ve bu süreçte yaşadıklarıyla ilgilidir. Bu birçok kişi için düşünülemeyecek kadar kötü bir engel olabilir. Hayatınızın tamamen karanlığa bürünmesi... Hele bir de çocuksanız... Ancak küçük kız bize çok güzel ders veriyor.

Bu süreçte eline bir defter alıyor küçük kız. Sonra hayatı karanlığa gömüldükten sonra bir daha yapamayacağını düşündüğü şeyleri yazmaya başlıyor. Ancak yaşadığı şeyler ona gösteriyor ki tüm bu liste aslında gözleri görmeden de yapabileceği ve yapmayı gerçekten sevdiği şeylerden oluşuyor. 

Kitabı okuyunca ben de bir liste yapmaya karar verdim. Çünkü bazen kendimizi çok ihmal ediyoruz. Kendimizi yapmaya mecbur bıraktığımız şeyler yüzünden sevdiğimiz şeylere hayatımızda yer veremiyoruz. 

İnsan yapmayı sevdiği şeyleri yaparken var oluyor sanki. Tüm gün çalıştıktan ya da okulda vakit geçirdikten sonra tüm zamanımı boşa harcamış gibi hissetmeme rağmen tütsümü yakıp kendimi dinlemek ve sevdiğim şeyleri yapmak bana tekrar yaşıyormuşum hissini veriyor. Listemi yaptıktan sonra burada da paylaşacağım ve isteyen herkesi bunu yapmaya davet ediyorum. :) 

12 Temmuz 2019 Cuma

Pişmanlık

TDK sözlüğünde pişman şu şekilde tanımlanmış:

Pişman: Yaptığı bir işin veya davranışın olumsuz sonucunu görerek üzülen, nadim.

Bu tanım sanırım bana pek uygun değil ya da benim içinde bulunduğum hal pişmanlık değil de başka bir anlama geliyor. Ama ben başka bir tanımdan habersiz olduğum için pişmanlık üzerinden gideceğim .

Yaptığım şeylerden pişman olmam ben.

Bazen yaptıklarım kötü sonuçlanabilir. Bu sonuç sebebiyle başta biraz üzülüp kendime kızabilirim. Sonrasında bir daha aynı hatayı yapmamaya çalışırım. 

Duygular ve hisler kısa süreli. Örneğin mutluluğun ya da acının etkisi bir süre sonra geçiyor bence. Açlık, uyku, mutsuzluk... Tüm bunlar geçici his ve duygular. Ama insanı yiyip bitiren şey sanki pişmanlık oluyor. Bu his diğerlerinden çok farklı... Asla ölmüyor ve biz ölene kadar peşimizi bırakmıyor gibi.

Yapamadığımız şeyleri sonucunu öngöremiyoruz. En güncel pişmanlığımı anlatayım hatta.
Geçen ay ayın 11'inde başlayacak Bulgaristan Varna'da bir etkinliğe katılımcı olarak seçilmiştim. Genelde şans hiç benden yana olmaz böyle şeylerde :) Ama bu sefer de farklı bir engel çıktı. Ayın 12'sinde bir yüksek lisans programı için dil sınavı olduğu geldi aklıma. Bir seçim yapmak gerekiyordu tabii. Ben de gelecek için daha önemli olduğu için sınava girmeye karar verdim. 1 haftalık etkinliğe katılmamış olmak çok da büyük bir pişmanlık değil; ama içimde kaldı ve hala keşke gitseymişim diyorum. Çünkü sınav da kötü geçti :D Yani yanlış bir seçim yapmışım :) Asıl olaysa şu: Sınavda başarısız olduğum için pişman değilim; ama Varna'ya gitmediğim için pişmanım ve kendime kızgınım. 

Bu çok küçük bir pişmanlık; ama hep yapamadıklarım yüzünden pişman oldum ben. Bazen karşıma engeller çıktı bazense engelleri ben yarattım. Eğer küçükken Müjdat Gezen tiyatrosuna seçildiğimde ya da TRT korosuna seçildiğimde ortalığı yıksaydım, belki de babamdan dayak yeseydim; ama yine de oraya gitseydim çok daha farklı bir hayat yaşıyor olabilirdim. O zamanlar engel olan şey babamdı. Eskiden yapmak istediklerimi şu an yapmak konusunda özgürüm; ama şimdi de o zamanki özgüven ve hevese sahip değilim. Çünkü artık inancım kalmadı. Şimdi engel benim. Her ikisi de beni pişman eden şeyler. Ama kendi yarattığım engeller çok daha büyük bir pişmanlık oluyor. 

Galiba her insan yaşıyor bunu. Sürekli bir seçim yapmamız, bir yoldan devam etmemiz gerekiyor. Sonrasında ise hiç tatmin olmayan benliğimiz acaba diğer yolu seçseydim ne olurdu diye düşünüyor. 
Pişmanlık konusunda Tolstoy'a katılıyorum kısacası.

Hayatta unutamayacağımız en büyük pişmanlık, pişman olurum diye yapamadıklarımızdır.

   -Lev Nikolayeviç Tolstoy

11 Temmuz 2019 Perşembe

UÇURTMA




Bu bir uçurtmanın kaçışı
Belki de değil...
Bilmem gökyüzünde aramak
Doğru da değil...



10 Temmuz 2019 Çarşamba

Yüksek Lisans Mülakatı


Önceki yazılarımdan birinde Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nde yüksek lisansa başvurduğumu ve mülakata hak kazandığımı yazmıştım. Dün mülakata gittim ve deneyimimi de burada paylaşmak istedim. Pek bu konuda paylaşım yapan kişi görmedim. Mülakatta ne oluyor diye araştırdım; ama pek bir şeye rastlamadım. Gerçi herkes farklı şeylerle karşılaşır orası da ayrı.

Saat 9.30 da olan mülakat için evden 7.14'te çıktım. :) Çünkü Ankara'da yaşamak bunu gerektirir. :D Uzak olduğu için geç kalma ihtimalini düşünerek erken çıktım ve yaklaşık 1 saat önce gideceğim yere vardım. Bir şeyler yedikten sonra binaya girdim. Saat 9.30'da olan mülakat 10.30'a doğru başladı çünkü hocalar nedense bir türlü gelmediler. 

İnternette isimlerin olduğu bir liste hazırlanmıştı ve bize mülakat site üzerinden bildirildi; ama nedense listenin çıktısını almamışlar ve biz ayrı bir liste yaptık ve o sıraya göre çağırıldık :) Benim ismim de 11. sırada falan kaldı. Uzun bir süre bekledim. Herkesin mülakatı 10-15 dakika sürüyordu. Sıra bana geldiğinde ise saat 13.00'a 10-15 dakika vardı. Ben içeri girerken yanımda görevli de geldi ve yemeğin saat 13.00'da yenileceğini söyledi. Bizi değerlendirenler ise yavaş gittiklerini yetişemeyeceklerini söylediler. 

Mülakat başladı. Eğitim dili İngilizce olduğu için mülakat da İngilizce oldu. Ama ben çok gergindim ve biraz işleri batırdım. Hani az kalsın I'm pencil diyecektim o denli. :D Sonra kendime çok kızdım tabii. Neyse bu kısmı atlıyorum.
Bana şunları sordular:

  • Hangi üniversiteden mezun oldun, bölümün neydi?
Ben okulumu bölümümü ve uluslararası hukuk çalıştığımı ve tezimi de bu konuyla ilgili yazdığımı söyledim.

  • Tezin ne ile alakalıydı?
Guantanamo Askeri Üssü ve Uluslararası İnsan Hakları Hukuk

Sonra konu çok değişik geldi ve biraz şaşırdılar. Neden bu konuyu seçtiğimi sordular ve ona cevap verdim. Sonrasında Uluslararası Hukuk dendiğinde aklıma ilk hangi ismin geldiğini sordular. Hugo Grotious dediğimde ise uluslararası ilişkilerde hangi teoriye yakın olduğunu sordular ve ona cevap verdim.

Tüm bunlar 5 dakika içinde oldu ve bana yeterli dediler ve gitmemi istediler. Herhalde dünyanın en kısa süren mülakatıydı. Ama en azından cevap veremeyeceğim bir soru gelmedi. Keşke bu şansı iyi kullanabilseydim. Şaşırdım açıkçası. İlk olarak kendimi hiç iyi ifade edemediğim için üzüldüm. Sonra da burası zaten en son istediğim yerdi diye kendimi avuttum :D Kendimi ciğere ulaşamayan kedi gibi hissettim şu an :D

Ayın 17'sinde Ankara Üniversitesi'nde bilim sınavına gireceğim onun hakkında da yazarım :)

8 Temmuz 2019 Pazartesi

2019 KİTAPLARI #5

PLATON-DEVLET


Yaklaşık 3 yıldır kitaplığımda olan ve ikinci kez okuduğum bir kitapla karşınızdayım. Bazı kitapları akademik alandaki bilgimi geliştirip tekrar okumak farklı bir bakış açısına sahip olduğum için daha faydalı oluyor. Devlet dünya edebiyatında yer alan ilk ütopik kitap olarak görülüyor. Sokrates'in konuşmalarını yazıya döken öğrencisi Platon'a da bunları yazıyı döktüğü için teşekkür etmek gerek :)

Devlet Sokrates'in hayallerinde canlandırmış olduğu mükemmel birey, toplum ve devletin nasıl olması gerektiğini konu alıyor. İyi ve kötü, doğru ve eğri gibi kavramları neye göre belirleyeceğimiz konusunda bizlere ipucu veriyor. Örneğin;
Sokrates'e göre iyilik ve doğruluk birbiriyle birebir bağlantılı şeyler değil. Aslında hayatımız da bunu net şekilde gösterebiliyor bizlere. 

Sokrates mükemmel devlet düzeni için ilk olarak insanların nasıl olması gerektiğini konu alıyor. Çünkü bireyler toplumun ve devletin işleyişinde en önemli kaynaklardan biridir. Örneğin nasıl insanlar ne tür işlerle uğraşmalıdır, devleti yönetecek kişi nasıl özelliklere sahip olmalıdır, devleti koruyacak polis gücü ve askeri nasıl şekillenmelidir, bu tür önemli görevlerde yer alan kişilerin çocukları nasıl yetiştirilmelidir vb. 

Kitapta dikkatimi en çok çeken şeyler şunlar oldu:

  • Diğerlerinden daha üstün, yetenekli kişiler çocuk yaptıklarında doğan çocuk kimin tam olarak bilinmemesi gerekiyor der Sokrates. Böylece o çocuk tüm toplumun çocuğu olacaktır. Böylece çocuklara herkes tarafından iyi davranılacak, yetiştirilirken de eşitlik sağlanabilecektir. Bu bana geçen sene okuduğum Friedrich Engels'in yazmış olduğu Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabını hatırlattı. Toplumun oluştuğu ilk dönemlerinde çocuklar için böyle bir şeyin geçerli olduğu ve bu yüzden ana erkil bir yapı olduğu orada açıkça görülüyordu.
  • Bizim kötü, eğri ya da düşman diye nitelendirdiğimiz için korktuğum her şey aslında bu kişileri ya da bu tür şeyleri tanımadığımızdan kaynaklanmaktadır.
  • Genelde filozofları düşündüğümüzde çoğunun kadın düşmanı olduğu görülecektir. Düşmanlıktan kasıt tabii kadınlara ölüm tarzı bir şey değil :) Küçük görme gibi şeyler. Ancak Sokrates'e göre devleti yöneten kişinin kadın da olabileceğini savunan bir filozof olduğu için dikkatimi çekti. Bunu anlatırken sosyal yapılanmanın ne kadar saçma olduğunu da örneklerle açıklamaktadır. Gerekli yetkinliğe sahip olunduğunda kadın ya da erkek olmanın fark etmeyeceğini belirtmiştir. 
Kitap ekonomik teorileri düşündüğümüzde David Ricardo'nun Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi ile bağlantılı gibi görünüyor. Çünkü Sokrates toplumda yer alan her bireyin kendine ait bir yeteneği olduğunu ve yapması gereken tek bir iş olduğunu savunuyor. Ekonomide uzmanlaşma olarak da bilinen bir olay kişilerin tek bir alanda kendilerini geliştirmesini ve bunda en iyi olanı yapmalarıyla ilgili. Ancak bu teoriden farkı şu: Sokrates bunu iyi bir toplumun işleyişi olarak şart görüyor, ekonomik anlamda verimlilik ve zenginliği artırmak için değil. Ayrıca kitapta merkantilist dönemdeki ekonomik yaklaşımların da yer aldığı görülmektedir.

Kitabın bazı kısımlarında distopik bölümler de olduğunu düşünüyorum. Örneğin bekçi diye isimlendirilen ve devletin güvenliğini sağlaması için özel olarak yetiştirilen bireyler ile diğer yurttaşların ayrı alanlarda yaşaması gerektiği ve özel yetiştirilen bireylerin sadece birbiri ile çocuk yapması, çocuk sayısının devlet tarafından kontrol altında olması gerektiği vb şeyler bana 1984 ya da Cesur Yeni Dünya'yı hatırlattı. Ayrıca biraz evrim teorisini de aklıma getirdi. Çünkü üstün ırk gibi görülebilecek bekçi grubu diğer gruptan ayrı tutuluyor. Tabii burada ayrı tutulan grubun üremesinin yasaklanması gibi bir durum yok :) Bir de devleti yönetecek kişilere küçüklüklerinden itibaren özel eğitim veriliyor olması durumu bana biraz Osmanlı zamanlarını hatırlattı :)


Sokrates karşısında yer alan bireylerle konuşurken diyalektik yöntemini kullanmaktadır. Buna göre insanlar karşısındaki kişilerin aslında zihinlerinde var olan bilgiyi farklı sorular sorarak dışarı çıkarabilirler. Zaten Platon'un yazmış olduğu bu kitapları keyifle okumamın bir sebebi de bu. 

Sokrates konuşmalarında 4 farklı devlet biçimi üzerinde durmuştur. Timokrasi, oligarşi, demokrasi ve zorbalık yönetimleri hakkında tek tek açıklamalarda bulunmuş, ayrıca bu devlette var olan insanların ve yöneticilerin kişilikleriyle ilgili şeyleri de açıklamıştır. Sokrates kitabın sonunda monarşiyi en mükemmel düzen olarak görüyor ve devleti yöneten kişinin filozof kral olması gerektiğini söylüyor.

Tam bir siyaset felsefesi olarak gördüğüm bu kitap hakkında bu kadar konuşmak yeter. Kısa zamanda birkaç alıntı da paylaşacağım. 

7 Temmuz 2019 Pazar

Hukuk Devleti Olamamak


Son okuduğum kitap (Platon-Devlet) beni bir hayli etkiledi. Hukuk kurallarını belirlemek, toplumda neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmek ve buna uygun bir düzen getirmek çok zor bir şey.

Ancak her şey kuralları koymakla, ceza sistemini düzenlemekle bitmiyor. Bu kuralların her birey için eşit şekilde uygulanması gerekiyor. 

Bugün okuduğum kötü haberlerden biri trafik magandalarıyla ilgiliydi. İki adam diğer aracın kendilerine yol vermedikleri gerekçesiyle karşı tarafa şiddet içerikli eylemlerde bulunuyor. 

Birçok kişi eşiyle arabada oturup saldırıya uğrayan kadının hamile olmasına kafayı takmış durumda. Ancak karşı tarafın kadın olması, hamile olması bir şey değiştirmemeli. Eğer burası bir hukuk devletiyse karşı taraf erkek de olsa suç cezasız kalmamalı. Eğer karşı taraf farklı bir cinsel eğilime sahipse "Nuna zaten müstehak" denilmemeli. Bunlar böyle uzar gider. 

Peki bu insanlar halka bu denli açık bir alanda şiddet uygulayabilme hakkını nerden buluyorlar...
1. Ekonomik üstünlük. Bir insan ne kadar ekonomik güce sahipse haksız eylemlerde bulunma hakkına o kadar sahip olduğunu düşünüyor.
2. Ataerkil yapı. Karşı taraftan kendini üstün gören bu iki saldırgan birey toplumsal yapılanma ve dini yapılanmadan dolayı şiddet uygulamayı kendinde bir hak olarak görüyor.
3. Hukuk sistemi. Uzun zamandır cezasız kalan haksız eylemler kişileri düşünmeden şiddet uygulamaya yönlendiriyor.

Saldırganların kimlikleri belli. Her yerde paylaşmakta da fayda olduğunu düşünüyorum. Seydioğlu Baklava'nın işletme sahipleri Hasan Sel ve Hüseyin Sel umarım gereken cezayı alacaklar.

6 Temmuz 2019 Cumartesi

Efsun



Parkta yürüyordum ve bir kadın gördüm. Çantasından bir defter düşürdü. Gidip aldım. Arkasından seslendim; fakat kulakları ağır işitiyor galiba, duymadı... Merakıma yenik düştüm. Açtım bir sayfasını ve okumaya başladım.

29 Mayıs Perşembe

Aynanın karşısına geçmiş kendime bakıyordum. Artık son kontrolleri  yapmalıydım. Saçlar... tamam. Makyaj... tamam. Kıyafet... tamam... Yine de hazır hissetmiyordum. Eksiktim sanki.

Her gün farklı bir karakterim. Dün bir şofördüm, belki yarın bir bakıcı olacaktım... Malum hayatın neler getireceği belli olmaz. Bazen gerçekten kim olduğumu bilemiyorum. Kafam karışıyor. Ama bugün kim olduğumu biliyorum. Ben Efsun.

Son kez baktım aynaya . Kızıl saçlarım yüzümü iyice kapatmıştı. Saçlarımı topladım. 35 yaşında olmama rağmen daha yaşlı görünüyordum. Yorgun hissediyordum. Gözlüğümü taktım ve dışarı çıktım. Güneşli bir gündü... Buna rağmen neşeli hissedemiyordum. Eskiden ne zaman güneş açsa içimde hissederdim enerjisini. Pastaneye uğradım ve simit aldım. Saat 7 bile olmamıştı, uzun bir gün vardı önümde. Ofis binasına girmek üzereydim ki birden gözlerim karardı.

 Kendime geldiğimde sandalyeme oturmuş halde buldum kendimi. Bazen hayattan tamamen koptuğumu hissediyorum. O arada hiçbir şey yaşamıyorum sanki. Kendim için endişeleniyorum; fakat şimdi bunu düşünecek zamanım yok.  Öğlen olacak toplantı için dosyaları düzenlemem gerekiyordu. Patronum 1 saat içinde gelecekti. Yine acele etmem gerekiyordu ve ben bu durumdan nefret ediyordum. Telefon çaldı...
-Konan Emlak Merkezi, ben Efsun. Nasıl yardımcı olabilirim?
-Şirketteki mali hesaplarınızda hatalar var. Patronunuzla görüşebilir miyim?
-Kendisi 1 saat sonra gelecek. Ben numaranızı ona iletirim.
-Teşekkürler.

Ben mali işlerden anlamazdım. Zaten bu konu beni ilgilendirmiyordu. Evrak işlerini halleden, arada gelen telefonlara bakan bir çalışandım sadece ben. Saate baktım. 9'du. Kendime kahve almaya gittim. Geri geldiğimde saat 10 olmuştu. Neler oluyordu böyle. Gideli 5 dakika anca olmuştur. Zaman nasıl bu kadar hızlı geçebildi?.. Beynimin bana oyun oynadığını düşündüm. Bir gün bu durum beni çıldırtacak.

Patronum gelince hemen odasına gittim ve yaptığım telefon görüşmesinden bahsettim. Adam çok endişeli görünüyordu. Benden kendisine su getirmemi istedi. Ben odadan çıkar çıkmaz gözlerim karardı.
Yarın kim olacağımı hatırlamıyorum. Eğlenmek istiyorum. Dolu dolu yaşamak istiyorum anlarımı. Bugünkü gibi olmamalı. Bu şekilde bitince eksiliyorum her geçen gün.

Okuduklarım tuhaf gelmişti. Anlayamamıştım. Hem bugün 29 Mayıs evet; ama günlerden Perşembe değil ki. Bu kadının günlüğü müydü bu? Ama hiç burada yazdığı gibi biri değildi arkasından koştuğum bu kadın... Sonunda yetiştim ve durdurdum. Elimde defterini görünce şaşırdı, öfkelendi. Yaşlı bir kadın.. Sayıklayıp duruyordu. Sahne perdesi kapandığında hayatının karardığından bahsediyordu. Perde kapandığı zaman ruhunun öldüğünden bahsediyordu. Gençken her gün farklı biri olduğundan bahsediyordu. Adını sordum... Onu bile hatırlamıyordu. Tarihi sordum... 1997'de olduğumuzu söyledi. Büyük ihtimalle gençken tiyatro oyuncusu olan bu kadın 29 Mayıs 1997'de sahne aldığı bir oyunu yazmıştı defterine. Etrafına bakıyordu. Yolunu kaybetmiş gibiydi. Sonra birden heyecanlandı. Karşıdan bir adam geliyordu telaş içinde. Galiba eşiydi. Yine evden kaçıp gittiği için kadına kızdı. Adam kolundan tutup onu eve doğru götürürken kadın arkasına dönüp elimdeki deftere baktı. O gün... 29 Mayıs 2015'te o defterle birlikte birçok benliğini bende bıraktı kadın. Her gün okuduğum o benlikler bende yeni bir ben yarattı.

5 Temmuz 2019 Cuma

Kader

Ben manevi şeylerin varlığına inanan biri olamadım hiçbir zaman. Kader de bu manevi şeylerden biri. Genelde hayatımda olan ya da olmayan şeylerden kendimi sorumlu tutarım. Elbette benim elimde olmayan şeyler de var. Hayatımda olan her insan hayatımın gidişatını ister istemez etkiliyor çünkü ya da yaşadığım ülke vs. 

Ancak bazen bazı şeyler yakanıza öyle yapışır ki... Bu benim kaderim mi diye düşünmeye başlarsınız...

Aslında söylemek istediklerim bu kadar dramatik şeyler değil şu an. Sadece biraz kızgınım :) Neye kızgınım? Sanırım sisteme ve şansıma belki.

Sendrom yazımda bahsettiğim gibi birkaç üniversiteye yüksek lisans başvurusunda bulundum ve bunların arasında biri mülakat sınavına girmeye hak kazananların listesini yayınladı. Ben de listede 5. sırada yer alıyorum :) Ne kadar heyecanlı değil mi? Ama önceden yapmam gereken ve çok dikkat etmemiş olduğum bir şey var :)

Ailem Ankara'da yaşıyor. Ben ise üniversiteyi Eskişehir'de okudum. Bu yüzden başvurumu yaparken yalnızca şehir odaklı düşündüm. Ankara'da birkaç yere başvurdum ve Eskişehir'de de Anadolu Üniversitesi'ne başvurdum. Dünkü ilan Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'ne aitti. Yani mülakata hak kazanmışım. Henüz kesin bir şey yok ortada. Sonra okul hakkında ve bölümdeki hocalar hakkında araştırma yapmaya başladım. Sonra kaderin sillesini yedim :D

İlk olarak okul biraz fazla iktidar yanlısı göründü bana. Eğer siyaset alanında bir bölüm okuyorsanız benim gibi... Bu biraz sıkıntılı olabiliyor. Lisansımı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde  tamamladım. Açıkçası o da bu şekildeydi. Tabii çok belli olmuyordu. Çünkü hocalarımız sağ olsun tarafsız davranan insanlardı, saygılılardı ve herkes farklı görüşe sahipti. Okulu ve eğitimcileri birbirinden ayrı tutmak mümkündü. Derslerde politik olarak rahatsız edici hiçbir şey gelmemişti başıma. Ancak Yıldırım Beyazıt'ın hocaları da bana biraz yanlı geldiler ve biraz rahatsız oldum. Eğer bilimi ön plana alıyorlarsa elbette benim için sıkıntı yok. Hocalar iyi yerlerde eğitim almışlar. Hatta geçen dönem bir hocanın konferansına katılmış ve oldukça beğenmiştim. 

Neyse gelelim ikinci silleye :D Lisansta hocalarımın çoğu Orta Doğu alanında uzmanlaşmış kişilerdi ve ne yazık ki bu okuldaki hocaların hepsi aynı şekilde :D Ancak ben lisans hayatımın sonunda bir tane daha Orta Doğu dersine katlanamayacağımı defalarca söylemiştim kendime :) Tabii bu konuda ders almak zorunda değilim; ancak artık hocalar ilgi alanı dahilinde çalışmayan öğrencileri fazla tercih etmiyorlar. Çünkü öğrencilerin katkılarıyla birçok iş yapılıyor.

Bu iktidar meselesi ve Orta Doğu bana kaderin pis bir oyunu gibi geldi işte anlayacağınız :D

Mülakat 4 gün sonra. Tabii ben yine gideceğim. Çünkü şansım yüksek sayılır. Mülakata giren 22 kişiden 10 tanesi seçilecek. Ancak başka bir üniversiteden onay gelirse bu okul listeden ilk çıkan okul olur sanırım. 

4 Temmuz 2019 Perşembe

2019 Filmleri #4

Hot Girls Wanted



İki gün önce izlediğim belgesellerden biri oldu Hot Girls Wanted. Filmde porno sektörüne giren genç yaştaki kadınların deneyimlerini izliyorsunuz. Yani bu şekilde bir meslek seçiminin nedenleri neler oluyor, nasıl bu işe ulaşıyorlar, süreç nasıl işliyor, pişmanlıkları oluyor mu vb. 

Film bir Amerikan yapımı ve tahmin edileceği üzere herkesin kişisel deneyimlerini ve süreci bir tutmak doğru olmaz. Filmde bir grup kızın deneyimleri ele alınıyor. İlk olarak bu işe nasıl ve neden girdiklerini görüyoruz. Kızlar 18-25 yaşları arasında ve genelde liseyi yeni bitirmişler. Kızlar mail adreslerine spam yoluyla düşen bir mail ile bu işten haberdar oluyorlar. Birçoğunun söylediği üzere kişiler işin o boyuta geleceğini düşünmüyor. Yüksek miktarda para ve uçak bileti teklif ediliyor. 

Bu işi yapan her firma mı denir ona bilemiyorum; ama medya sektöründe yer alan gruplar diyelim hadi... Farklı bir tutuma sahip olabilir. Belgeselde yer alan kızlar onların fikirlerine saygı gösterilen bir grupta çalışıyorlar. Yani belgeselde yer alan kadınlar ve erkekler birbirini oyuncu olarak görüyor. Herkesin bir rolü var.
Grupta yer alan kadınların birçoğu sektör dışında cinsel ilişkiye girmediğini söylüyor. Bir de bunun temas olmayan sadece kamera kaydı yapılan çeşitleri de var. Bu sanırım ülkemizde de yaygın hatta çevremde biri yapıyordu. Tabii insanlara neden diye sormak ya da yargılamak doğru değil bence.

Filmde kadınların aile ilişkileri ve kadın erkek ilişkileri hakkında da deneyimleri ile ilgili bir şeyler görme şansına sahip oluyorsunuz. Hemen hemen hepsi ailesinden habersiz bu işe girse de kısa süre sonra duyuluyor ya da kendileri söylemek zorunda kalıyor. Türkiye'de de bu iş çok farklıdır elbette. Ailesine bunu itiraf edebilecek kadın sayısının çok fazla olduğunu pek sanmıyorum. Filmde bir kadın ailesine bunu söylemeden önce şunları yaşadığını söylüyordu: İlk başladığım zamanlar içimde bir korku oluyordu. Başıma bir şey gelirse kendimi bu durumdan nasıl kurtaracağımı değil aileme ne diyeceğimi düşünüyordum. Bu yüzden söylemem gerekti. 

Sektör yalnızca ülkeden ülkeye değil her kişiye göre değişecektir elbette. Filmin başında bu konularda arama motorlarında yapılan aramanın en ünlü sosyal medya kanalları ve haber sitelerinden çok daha fazla olduğu görülmekte. Kişilerin bu içeriklere kolayca ulaşması en büyük tartışma konusu. Çünkü internet sadece yetişkinlerin elinde olan bir şey değil. 

3 Temmuz 2019 Çarşamba

Kaynaşma Mimi:Büyük Blog Yazarları Birliği

Dün Deep'ten gördüğüm ve sorularını çok sevdiğim için yapmam istediğim bir mim :)
Soruları yanlış anlamadıysam Blogger Ajandası hazırlamış. Kendisini bu vesileyle tanımış ve takip etmiş oldum. Şimdiii... Sorular! :)

1.Sizi tanımak istiyoruz dersek buraya adınız, bloğunuz ve sizi anlatan bir kelime nedir?
Adım İrem :) Bloğum hayatta deneyimlediğim şeyleri paylaşmak için bir araç benim için. Eskiden Uzaklarda Arama ismiyle devam ediyordum; ancak bazı sebeplerden dolayı bu yeni blogu açtım :) Beni anlatan kelime sanırım sabır olabilir. :)

2- Sosyal medya hesaplarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Sayfanın yan tarafında bulunan izleyicilerin altında Instagram ve Twitter hesaplarımı görebilirsiniz. Ancak yine de buraya da yazayım.

3- İlk blog yazmanıza referans olan kişi veya blogla tanıştığınız anı hatırlıyor musunuz?
Ben ilk blog okuduğumda Müjde ablamın blog sayfasına denk gelmiştim yıllar önce. O günden beri hep takip ederim kendisini :) Kendisi Bücürük ve Ben blogunun sahibi. Aşağıya da linkini koyuyorum :)

4- Sosyal medya üzerinde hangi yazarlar grubunda bulunuyorsunuz?
Bulunmuyorum :)

5- Ünlü sosyal ağı facebook.com üzerinde siteniz yasaklandı mı? Yasaklandıysa bir çözüm üretebildiniz mi?
Blog ve sosyal medya hesaplarımı ayrı tutuyorum ve öyle bir şey yaşamadım hiç.

6- Bloglarımız için sizce hangi platform daha iyi  Blogspot / Wordpress & diğerleri?
Ben burada başladığım için Blogspot diyeceğim. :)

7- Kaç bloğunuz var?
Sadece bu :)

8- Bloğunuzun toplam sayfa görüntüleme sayısı kaç?
Açtığımdan beri çok nadir ilgilenme şansım oldu. O yüzden bir hayli düşüktür. 219'muş :)

9- Bloğunuzda reklam yayınlıyor musunuz?
Hayır.

10- Misafir yazar olarak yazdığınız blog var mı?
Yok. Kendi bloguma yeterince ilgi gösteremiyorum ki daha :)

11- Daha önce bir Hacker ile karşılaştınız mı?
Twitterda böyle biriyle karşılaşmıştım. Eski hesabım hacklenmişti. Ama böyle şeyleri pek takmam. 

12- Hedefinizde nasıl bir blog yazarı olmak var?
Bir tek dileğim vaaar... İstikrarlı olmak :) Blogda bunu bir türlü başaramıyorum.

13- Arama motoru optimasyonu (Seo) bilginiz var mı?
Normalde içerik editörlüğü yaparak para kazandığım için elbette var. Ancak blogum için bunu uygulamıyorum. Bunu iş olarak görmeye başladığım an bırakıyorum çünkü :)

14- Blog yazarlığını önerir misiniz? Evetse nedeni?
Kişiye göre değişir. Ben mutlu olduğum için öneririm; ama düşünüldüğü kadar kolay bir şey olmadığını savunuyorum. 

15- Kitap okuma oranınız nedir? (10 üzerinden)
Bugünlerde 6 diyebilirim.

16- Diğer blog yazarı arkadaşlarınızı nasıl takip ediyorsunuz? Okuma listesi kullanıyor musunuz?
Takip ettiğim blogların yazılarına genelde gün sonunda bakarım :)

17- Blog sahipleriyle etkinlik yapıyor musunuz? Hangi etkinliklere katılırsınız?
Bazen çekilişlere katılıyorum; ama çekilişe katıldığımı unutup kontrol dahi etmiyorum :D  Ve bir de mimler var. Bu blogumda ilk olsa da eskiden bir hayli severdim ve yapardım. Hatta bir ara mim o kadar tutmuştu ki herkesin blogu mim yazısıyla dolmuştu :)

18- Sosyal medya üzerinde blog linklerine karşılıklı beğeni yapar mısınız?
Bazen beğeniyorum; ama sosyal medya ve blogun iç içe geçme durumunu pek sevmem.

19- Bugüne kadar kaç mim cevapladın? Hoşuna giden bir mim?
Bu blogda ilk oluyor :D Kutlarım :)

20- Ünlü bir blog yazarı olsaydın, siyaset yapar mıydın?
Ben arada siyasi içerikte yazılar yazarım. Ama benim blogum genel. Yani sadece o konuya yoğunlaşmam. 

21- Bu mimi cevaplamasını istediğiniz üç blog yazarı arkadaşınızı davet eder misiniz?
Ya bunu sormayın işte. :) Kim isterse yapsın bence güzel sorular. :)

2 Temmuz 2019 Salı

Sendrom

Açıkçası araştırmadığım için tıpta bunun özel bir ismi olup olmadığını bilmiyorum. Ancak bugünlerde bir sendromun içinde buldum kendimi. Kendimce buna "Yeni Mezun Sendromu" ismini verdim.

Kendimi bildim bileli okuldayım. Kreş, anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite... Kaç yıl acaba? Sanırım 20 yıldır öğrenciyim. Yani öğrenciydim. Geçen ay hem açıköğretimi hem de lisans eğitimimi resmi olarak tamamlamış bulunmaktayım. Birçok arkadaşım son zamanlarda çok sıkılmıştı ve bir an önce okul bitsin istiyorlardı. Onların da tabii belli kaygıları var; ama benimkilerden biraz farklı.

Ben küçüklüğümden beri okula, okumaya ve öğrenci olmaya aşık biriyim. Düşünün ki bir çocuğunuz var söylediği ilk kelime "Oku". Kendimi sırf bu yüzden peygamber zannettiğim olmuştur :D Neyse.

Bugünlerde oldukça hüzünlüyüm. Aslında istediğim şey yüksek lisans yapmak ve üniversitede hayatımın sonuna kadar kalmak. Ama her şey istediğimiz gibi olmuyor tabii. :) Başvuru yaptım; ancak pek umutlu olduğum söylenemez. Çünkü ne zaman umutlu biri oldum ki :D

Olmazsa mecburen iş arayacağım tabii. Hiçbir zaman devlet kadrolarından birinde çalışmak istemedim. Bu yüzden KPSS'ye girmedim ve girmek gibi bir niyetim de yok. Çünküüü,
1.İçinde her konunun olduğu sınavlara hazırlanamıyorum. Yani bu yaştan sonra tekrar Coğrafya vb. şeyler çalışmak gibi bir niyetim yok ve bunun için gereken sabır da yok.
2.Yolsuzluk gördükçe devlet içinde çalışmak midemi bulandırıyor. Bu elbette özel sektörde de olabilir; ancak firma araştırması yapmak bizim elimizde en azından. Seçici olmak şansımız var yani.

Bir diğer sorun ise şu. Çalışma hayatına gireceksem eğer, kendimi ya yaratıcı işlerin yapıldığı bir yerde görüyorum (Örneğin reklam şirketi) ya da finans ve ekonomi ile ilgili bir yerde görüyorum (İşin içinde para olduğunda kafam çok iyi çalışıyor da :D). Ancak şöyle bir sorun var ki... Söz konusu finans ve ekonomi olunca genelde İşletme veya İktisat alanında eğitim almış kişiler aranıyor. Bilmiyorlar ki Uluslararası İlişkiler okumuş biri hem politika hem ekonomi hem hukuk hem ticaret ve işletme konusunda eğitim alıyor.

Ya işte. Kafam bir hayli karışık. Aslında benim için para kazanmak ya da işe girmek bir problem değil. Çünkü ben Eskişehir'de yaşayacak olursam en basitinden bir kafede barista olarak çalışarak askeri maaş alabilirim ve bu öğrenci olarak harcadığım paradan daha yüksek bir miktar olduğundan rahat bir şekilde geçinebilir ve geri kalan zamanımı mutlu olduğum şeyleri yaparak geçirebilirim.
Ancak tam bunu düşündüğünüz anda ufak bir baskı hissediyorsunuz. Çünkü ben kahve yapmaktan çok tat alıyor olsam da ve bundan gocunmayacak olsam da yapacağım bu iş kimsenin beklentisini karşılamayacak. Çünkü benim devlette ya da özel sektörde iyi bir işe girmem bekleniyor. İki bölümden gayet iyi bir diploma puanıyla mezun oldum. İngilizce biliyorum ve iletişim kurmama yeterli olacak bir İspanyolca bilgim var. Ancak şu an işler bu şekilde yürümüyor ne yazık ki. Torpil lazım, şans lazım ve biraz da star ışığı sanırım :D 

Umalım ki yüksek lisans için bir üniversite beni kabul etsin ve ben hayatım boyunca öğrenmeye, araştırmaya, okulda mutlu kalmaya devam edeyim. Yoksa biraz depresif günler beni bekliyor demektir (ki bilindiği üzere pozitif bir mizacım yoktur). Artık susuyorum.

Sustum.